Katar’ın petrol ve doğalgaz serüveni 1930’lı yıllara kadar uzanır. Dönemin çadır devleti Katar uluslararası siyaset, bağımsızlık, sermaye, endüstri ve teknoloji olanaksızlıkları nedeniyle kendi başına çıkaramaz. Hatta topraklarındaki yeraltı kaynaklarının varlığından İngiliz ve Hollandalı şirketlerin önerdiğini teklifle haberdar olur. Ve bölgedeki doğalgaz ve petrolün çıkarılması için bu şirketlerle anlaşma imzalar. Anlaşmaya göre çıkarılan her ton doğalgaz ve petrol için söz konusu şirketler Katar’a 2 rupi ödemeyi taahhüt ederler.
Zamanla Katar anlaşmadan elde ettiği işte bu “2 rupi” ödemelerin yetersiz olduğuna kanaat getirir ve alternatif bağımsızlık senaryoları üzerinde çalışmalara başlar. Ancak bağımsızlık demek, hele de İngiltere gibi güneşin batmadığı imparatorluk olarak betimlenen bir imparatorluğun boyunduruğundan çıkmak hem askeri hem siyasi hem de ekonomik olarak oldukça güç olduğu bilinmektedir.
Süleyman Demirel: Bizim derdimiz bize yetiyor, uğraşamayız, çarçur edecek paramız yok!
Ancak İngiltere’nin de o dönem körfez sömürge politikalarını revize etmeyi planladığını da bilmektedir Katar. Aslında bu politika değişikliğinden nasıl bağımsızlığımı elde edebilirimi planlamaktadır.
Bu nedenle dönemin emiri Şeyh Ahmed bin Ali tarihsel, kültürel ve dini bağlarının bulunduğu Türkiye’ye bir heyet gönderir. Bu heyetin ziyaret amacı, bağımsızlık sonrasının doğalgaz ve petrol çıkarılması için gerekli olan sermayenin temininden başka bir şey değildir. Heyet Türkiye’ye gelir, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’den randevu alabilmek için 2 hafta beklerler.
Fakat sonunda randevu alarak Türkiye Başbakanının huzuruna çıkarlar ve durumu anlatırlar: “Gelin birlikte çıkaralım bu petrolü, doğalgazı ve elde edilecek geliri yarı yarıya bölüşelim. Ancak 100 milyon dolar civarında finansmana ihtiyacımız var”
Süleyman Demirel Türkiye’nin enerjideki makûs talihinin dönüm noktasında şu cevabı verir heyete: “Bizim derdimiz bize yetiyor, uğraşamayız, çarçur edecek paramız yok.”
Türkiye bugün petrolde % 90 dışa bağımlı bir ülke konumunda. Bu bağımlılığın bu seviyelerde olmasının nedeni zamanında atılmayan cesur adımlar olduğu bu anıyı dinledikten sonra varılabilecek en somut çıkarım.
Belki Türkiye dünyada petrol üretiminde söz sahibi ülkeler arasında yer alacaktı. Fakat vizyon, cesaret, ülkü olmayınca olmuyor işte.
Türkiye etrafı petrol üreticileriyle çevrili bir ülke. Fakat ne hikmetse petrolde tamamen dışa bağımlı. Her Türk vatandaşının merak ettiği bir konu aslında bu. Nasıl olurda hepsinde var da bizde yok?
2018: Türkiye derin sularda sondaj yapabilen 10 ülke arasına
İşte dönemin enerji bakanı Berat Albayrak, bu konu da Türkiye tarihinde en fazla inisiyatif alan figür olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’nin nasıl olurda bir tane bile petrol arama gemisi olmaz diye düşünürken, Türkiye’nin başka ülkelerin petrol arama gemileriyle enerjide dışa bağımlılığının mümkün olmayacağını görmüş.
Enerji bakanı olur olmaz ilk işi Türkiye’ye petrol arama gemileri kazandırmak oluyor. Fatih, Yavuz ve Kanuni, Kudretli Osmanlı padişahlarının isimlerini taşıyan 3 petrol arama gemisi. Ve Cumhuriyet tarihinin en büyük petrol arama hamlesi yapılıyor. Yapılan sondajlar ve bu süreçte geliştirilen milli ve yerli teknoloji ile kapsamlı bir çalışma başlatılıyor. O kadar ki; 2018 yılında Türkiye derin sularda sondaj yapabilen 10 ülke arasına giriyor.
Çok değil 2 sene sonra yani 2020’de, bu gemilerden Fatih sondaj gemisi 320 milyar metreküple Cumhuriyet tarihinin en büyük doğalgaz rezervini buluyor. Bu rakam bugüne kadar Türkiye’de çıkarılan doğalgazın neredeyse 20 katı. Türkiye’nin yıllık 45 milyar metreküp doğalgaz tüketimi göz önünde bulundurulursa, yaklaşık 6-7 yıl yetecek kadar bir rezerv anlamına geliyor. Tasarruf edilecek döviz miktarı ise kabataslak 30 milyar dolar civarında.
İşte Ülkelerin siyasi, askeri ya da ekonomik kaygılarla atmadığı/atamadığı her adım bir şekilde nesiller sonra yeni jenerasyonun üstesinden gelmesi gereken kronik meseleler haline geliyor. Tıpkı Türkiye’nin 1969 yılında atmadığı işte bu adımın bedelini yıllar boyu ödediği gibi.