Site icon Ekonomi Gerçekleri

Türkiye Ticaret Savaşının Neresinde?[:en]Where Does Turkey Stand in the Trade War?

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, ülkenin başına geçtiği günden bu yana tansiyonun düşmesine izin vermiyor. Özellikle dış politikada yaptırımlar, ambargolar söz konusu. Hatta Meksika’da demir perdeyi hatırlatan bir mantıkla sınır meselesi tartışılıyor. Ancak tüm dünyayı etkileyen başka bir sorun var: Ticaret savaşları. “Savaş mı? Ne savaşı?” dediğinizi duyar gibiyiz. Soğuk Savaş bittiğinde tüm savaş şekillerinin tüketildiğine dair yazılanları hatırlarsınız. İki kutuplu dünya düzeni yıkılınca liberalizmin zafer ilan ettiğine inananlar, şimdi bu “ticaret savaşları” meselesini nasıl açıklayacak? Onların tahminlerinin aksine, dünya yönünü ve yöntemini değiştirse de zıddıyla var olmaya ve mücadele etmeye devam ediyor. Peki, ticaret savaşı ne demek? Türkiye bu savaşın neresinde?

Ticaret savaşıyla gerilen ekonomik sistem günümüzün en yakıcı mücadelesi durumunda. Ticaret savaşı, bir ülkenin diğer bir ülkeden satın aldığı ürünlere, sınırlamalar ve ek vergi getirmesi, ilgili ülkenin de buna misilleme yapması şeklinde tezahür ediyor. ABD ve Çin arasında ateşlenen bu çatışma, Trump’ın agresif dış ve korumacı iç politikasının meyvesi. Çünkü Trump, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana kurulması için çaba sarf ettiği tüm ticari düzenin ülke çıkarlarıyla çatıştığını düşünüyor. Dünyanın en büyük iki ekonomisi ABD ve Çin arasında seyreden bu savaş ise sadece iki devleti değil, tüm dünyayı yakından ilgilendiriyor.

Ülkesinin metal sektöründe dışarıya fazlasıyla bağımlı olduğu görüşünde olan Trump, olası bir savaşta, bu bağımlılık nedeniyle ülkesinin yeteri kadar silah ve araç üretemeyeceği görüşünü sıklıkla dile getiriyor. ABD yönetimi, yerel şirketlerin yurt dışından çelik ve alüminyum satın almak yerine bunu iç pazardan tedarik etmesini istiyor.[1] Diğer yandansa Çin ile ticaret açığını kapatmak istiyor.

Türkiye’yi ilgilendiren bölüm de burada başlıyor. Çünkü Türkiye, ABD’nin çelik ve alüminyum ithalatı yaptığı ülkelerden biri. ABD’nin gümrük vergisi getirdiği ürünler düşünüldüğünde ve bu vergilendirmenin dışında tutulan Kanada, Meksika, Avrupa Birliği, Avustralya, Arjantin, Brezilya ve Güney Kore liste dışında tutulduğunda Türkiye, vergilerden etkilenen ülkeler içinde Çin, Rusya, Tayvan, Japonya, Hindistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden sonra 7. sıraya yükseliyor. ABD vergi tarifesinden muaf tuttuğu ülkelerle demir, çelik ve alüminyum satışının %53’ünü karşılıyor.[2]

Ticaret savaşlarının sebep olduğu ithalat ihracattaki azalma küresel ekonomide durgunluğa yol açabilir. Durum başta Türkiye gibi yüksek miktarda dövize ihtiyacı olan ülkeleri olumsuz etkiliyor. Ancak her kriz kendi fırsatını doğurur. Bu nedenle Çin ile Amerika arasında ticareti yapılan ürünler son derece önemli. Uygulamaya geçen ilave gümrük vergileri düşünüldüğünde ABD ve Çin pazarlarına girmek tam tersi bir etki yaratabilir. İki ülkenin ihraç ettiği ürünleri üreten ülkeler pazara yeni oyuncular olarak girebilir. Özellikle Çin’in ihtiyaç duyacağı soya fasulyesi, pamuk, otomotiv gibi sektörler göze çarpıyor. Türkiye ise otomotiv konusunda Çin pazarına girebilir.[3] 2018’in ilk yedi ayında Türkiye’nin Çin’e ihracatı geçen senenin aynı dönemine göre %5.89 artış gösterdi. Bunun yanı sıra, Türkiye Çin ile birçok alanda ortaklık geliştirmek istiyor.

Çin Halk Cumhuriyeti uzun yıllar dışa kapalı politikalar izledi ve bu nedenle uluslararası aktörler için hem merak unsuru oldu hem de çoğu zaman tehlike olarak algılandı. Özellikle Çin’in son kırk yıllık dönemini incelediğimizde, uluslararası toplumdan kendini izole etmiş bir Çin’den, küresel aktör olmayı başarmış bir Çin’e dönüştüğünü görüyoruz.[4]

Türkiye ile ikili ilişkilere bakıldığında ise Soğuk Savaş döneminde yaşanan kutuplaşmadaki pozisyonel ayrılıklardan ötürü yakınlaşma olmadığı görülüyor. İki ülke arasındaki ilk diplomatik ilişki 1971 yılında kuruluyor. Ancak Çin ile kurulan ekonomik ve politik ilişkilerde 1990’lara kadar pek hareketlilik olmuyor. Çin’in dünya tarafından ilgi çekmesi ise 1978 yılında başlattığı dışa açılma reformlarıyla gerçekleşiyor. Bu dönemde Çin’in büyümesinin [5] çift haneli rakamlara ulaştığını söyleyebiliriz.

Çin ekonomisi sosyalist tek parti sistemi neticesinde dışa kapalı iken, Türkiye de ithal ikameci politikalarla dışarıya kapalı bir yol izliyordu. Ülkeler arası etkileşimin artması, teknoloji ve iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte dışa açılma politikaları da hayata geçti.

Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan “tek kutuplu dünya” resminden, Çin’in uluslararası arenada özellikle ekonomik gücü sayesinde söz sahibi olması sebebiyle uzaklaşıldığı söylenebilir. 2000’li yıllara gelindiğinde ise her iki ülke de küresel aktörler arası dengenin sağlanmasını destekledi. Çin, kurduğu bölgesel ittifaklarla ve Soğuk Savaş dönemi diyalog kurmadığı bir takım ülkeler ile ticari ilişkiler geliştirmesiyle, Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) kurulması ve örgütün Hindistan ve Pakistan gibi ekonomileri de bünyesine dahil etmesiyle, dünyada etkin bir aktör haline geldi. Bu yanıyla Türkiye için de dönem dönem Avrupa Birliği’ne alternatif olduğu söylenebilir.[6] Özellikle Avrupa Birliği ile bitmeyen müzakereler düşünüldüğünde Türkiye’nin kendisine alternatifler arayarak dengeleme politikası gütmesi kaçınılmaz oluyor.

İhracat temelli büyümesi ile günümüzde dünyanın ikinci büyük ekonomisi olma özelliğini taşıyan Çin’in büyümesinin sebepleri sıralanabilir. Bu sebepler, ekonomide ihracat payının yüksek olması, Asya pazarlarına hızlı yatırım akışı sağlanması, Asya’daki komşuları arasında ara ürün ithalatında ilk sırada yer alarak bölgesel ekonomi için çekim merkezi olması ve dışa dönük ekonomi politikalarının hayata geçirilmesinden sonra dünyada yaşanan ekonomik krizlerden hasarsız sıyrılması gösterilebilir.[7] Çin, 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne üye olmasıyla birlikte[8] uluslararası ticaret politikalarına da uyum sağladı. Son yılların ekonomik verileri incelendiğinde ise, kredi büyümesi en hızlı olan ve dünyadaki en yüksek kredi stokuna sahip olan ülke.[9]

Türkiye ile Çin’in son dönemde yakınlaşması büyük ölçüde bir kazan-kazan politikası çerçevesinde şekilleniyor. Bunun iki dayanağı var. İlki, Türkiye’nin dış politikasında ABD ve AB’ye dayanan bir yol izlemek yerine alternatif arayışlar içine girmesi sonucu Rusya, Çin, Hindistan gibi dünyanın önemli aktörlerinin yer aldığı Şanghay İşbirliği Örgütü’nü (ŞİÖ) bu anlamda değerlendirmesi. Türkiye’nin örgüte üyeliğine olumlu yaklaşımların olmasının yanı sıra, Türkiye sadece diyalog ortağı olduğu ŞİÖ’nün Enerji Kulübü’nün 2017 Dönem Başkanlığı’na getirildi. Bu durum üye olmayan bir devletin başkan olması açısından bir ilk olma özelliği taşıyor.[10]

Öte yandan Türkiye, 21. yüzyılın en önemli girişimlerinden biri olan ve Çin’in “Marshall Planı” olarak değerlendirilen “Bir Kuşak, Bir Yol” adlı İpek Yolu Projesi’nin en önemli ayaklarından biridir. Tüm bunlar Çin dış politikasında Türkiye’nin yerini sağlamlaştırırken öneminin de artmasına vesile oluyor. İpek Yolu projesiyle Türkiye’de hayata geçecek altyapı çalışmaları ve sağlanacak ekonomik imkânlar büyük önem teşkil ediyor. Projenin çizdiği güzergâh açısından ise Türkiye’nin olmazsa olmazlardan biri olduğu aşikâr.

Son dönemlerde piyasalardaki dolar hâkimiyetine alternatiflerin oluşması yönünde bazı yaklaşımlar var. Pek çok ekonomistin bu yönde görüş bildirdiği mesele üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da “Doların egemenliğine son vermeliyiz”[11] şeklinde açıklamalarda bulunuyor. Aslında doların hâkimiyeti üzerine yapılan bu müzakereler yeni değil. Türkiye Rusya, İran ve Çin gibi ülkelerle yerel para birimleriyle ticaret yapma isteğini daha önce de vurgulamıştı.[12] Türkiye, ithalat yaptığı ülkelerle bu yolu takip ederek ticaret açığını kapatmayı hedefliyor. Özellikle Çin ile atılacak böyle bir adım Türkiye’nin lehine olacaktır. Çünkü Çin, güncel veriler göz önüne alındığında ithalat-ihracat açığımızın en keskin olduğu ülke konumunda.

Nitekim tüm bu etkenler doğrultusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk kez 2016 yılında gündeme getirdiği dış ticarette yerel para kullanımı politikası, Türkiye Cumhuriyet Merkez  Bankası’nın (TCMB) Çin Merkez Bankası ile yaptığı ilk para takasıyla hayata geçti. Bu yolla ilerleyen dönemlerde Çin’den gelecek yatırımların artması bekleniyor.

Küresel ekonominin etkin isimlerin biri haline gelen Çin, dünyanın en ücra noktalarına kadar ürünlerini taşımış durumda. Çin mallarının ucuz olması yoksulların alım gücünü iyileştirdi. Hatta birçok ekonomiste göre ülke ekonomileri üzerinde enflasyonu düşüren bir rol oynadı. Tabii bu kadar ucuz malın dünya pazarlarında dolaşıyor olması rekabeti de arttırdı. Çin her ne kadar son yıllarda büyüme rakamlarını 7-8 bandında sabitlemişse de yakın geleceğin en büyük ekonomisi olması bekleniyor. Bu nedenle Türkiye’nin Çin ile ekonomik ilişkilerini ilerletmesi, mevcut durumunu koruyarak bağımlılığa varmadan karşılıklı denge sağlanması ve buna göre politikalar izlenmesi elzem.

Öyle ki yapıcı ilişkiler içerisinde olmak sadece Türkiye ve Çin için değil aynı zamanda dünya siyasetinin çok kutuplu bir hal alarak dengelenmesine de yardımcı oluyor. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin agresif dış politikası ve Çin’e karşı başlattığı ticaret savaşlarını da hesaba katarsak, karşılıklı ilişkilerin gelişmesi her iki tarafında lehine görünüyor. Bu nedenle ülkemizdeki siyasi iradenin daha kalıcı ilişkiler üzerine politika geliştirmesi ekonomik ve politik olarak katkı sağlayacaktır.

[1] Jacob Pramuk, Trump Thinks His Tariffs Are Saving The US Steel Industry, CNBC,

[2] David Yanofsky, Trump’s Steel And Aluminum Tariffs Will Now Exempt Most Of US Imports, Quartz

[3] Richard Partington, Trump’s Trade War: What Is It And Which Products Are Affected?, The Guardian,

[4] Weissmann, Mikael, Chinese Foreign Policy in a Global Perspective: A Responsible Reformer “Striving For Achievement” JCIR: VOL. 3, No. 1 (2015) s.151

[5] https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?locations=CN

[6] Çağdaş Üngör, “Türk-Çin İlişkileri: Sorun ve İmkan Alanları”, s.1 

[7] Altay Atlı, Sadık Ünay, “Küreselleşme Sürecinde Türkiye-Çin Ekonomik İlişkileri Analiz” Haziran 2014 sayı: 96

[8] https://www.wto.org/english/thewto_e/countries_e/china_e.htm

[9] https://www.deik.org.tr/uploads/cin-ulke-bulteni-2014.pdf

[10] Aljazeera Türk, Enerji Kulübü’nün 2017’de başkanı Türkiye, 23 Kasım 2016,

[11] Yeni Akit, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Kırgızistan’da milli para vurgusu, 2 Eylül 2018,

[12] Çağıl Kasapoğlu, “Çin’in Türkiye ekonomisinin gelişimine nasıl faydası olur?” BBC Türkçe

[:en]Since taking office, the U.S. President Donald Trump has never been one for letting tensions to de-escalate. Especially in the foreign policy, there has been a plethora of sanctions and embargoes imposed. What’s more is a border crisis, resembling the iron curtain. However, there is yet another issue affecting the whole world: The Trade Wars. We seem to hear you asking “A war? What war?”

As you might recall, in the wake of the Cold War, people were saying that all types of war were finally exhausted. Those who believed the collapse of the bipolar world order meant victory for liberalism at the time, how would they explain this “trade war” issue now? Despite their predictions, the constant battle between the opposite sides carries on, even if its direction and methods get changed. So, what does the term trade war really mean? And, where does Turkey stand in this war?

The economic system tensed up by the trade war causes some of the most arduous conflicts in the present-day. The trade war presents itself, as a certain country attacks another using sanctions and tariffs imposed on its imports, often causing the latter to retaliate. Resembling this, the conflict ignited between the U.S. and China is a result of Trump’s penchant for protectionism and aggressive foreign policy. For Trump believes that the economic system his country has been striving to establish since the end of WWII, is conflicting with national interests. The ongoing battle between the U.S. and China, the two largest economies in the world, concerns not only the two countries, but also the rest of the world.

Trump, who thinks his nation is highly foreign-dependent in the metal industry, often raises his concerns about it, stating that the country might not be able to produce an adequate number of weapons and vehicles in case a war breaks out. The U.S. Government wants local corporations to supply their steel and aluminum domestically, rather than resorting to foreign trade. On the other hand, the country wants to close its trade gap with China.

This is where the chapter concerning Turkey begins, as it is one of the countries the U.S. imports steel and aluminum from. Considering the tariffs imposed by the U.S. government, Turkey rises to the 7th rank in the list of countries affected, ranked after China, Russia, Taiwan, Japan, India, and the United Arab Emirates. Canada, Mexico, EU, Australia, Argentina, Brazil, and South Korea were exempt from the tariffs. The U.S. supplies 53 percent of its iron, steel, and aluminum from the countries with exemptions.

The decrease in international trade caused by the trade war may also result in an economic slowdown. The situation particularly affects countries in need of large amounts of foreign currency, like Turkey. Yet, all crises bring about their own opportunities as well. That’s why the main goods exchanged in Chinese and American international trade bears great significance for the country. Considering the new tariffs that are imposed, entering the American and Chinese markets could very well backfire. Countries that produce the same goods exported by the U.S. and China may also enter the markets as new players. Chinese needs, such as soy, cotton, and automotive products draw particular attention. Turkey may enter the Chinese market as well, exporting automotive industry products. In the first 7 months of 2018, Turkey’s exports to China increased by 5.89 percent year-on-year. In addition to this, Turkey wants to build partnerships with China in numerous fields.

The People’s Republic of China has followed protectionist policies for many years, and thus, it has long been regarded to be both intriguing and threatening by most international actors. When we examine the last forty years’ period, we observe a China that transformed into a global actor from a country isolated from the international community.

Looking at the bilateral relations between Turkey and China, there seems to be not many advances made since the Cold War, due to the positional differences they had during the polarization period. The first diplomatic relations between the two countries were established in 1971, yet there doesn’t seem to be much of an activity in either diplomatic or economic relations until the 90s. China would only start to draw the world’s attention after foreign expansion reforms it commenced in 1978. In the same period, China had its growth figures reach two-digit numbers.

While Chinese economy presented protectionism due to its being a socialist one-party state, Turkey pursued a self-contained path with import substitution policies. Foreign expansion could only be made possible with an increase in international interactions, and advances in communication technologies.

It would be safe to say that, China’s rise to prominence in the international arena owing to its economic prowess, made it possible to move away from the “unipolar world” picture that emerged after the Cold War. Though both countries supported restoring the balance between the global actors since the 2000s. China became one such global actor through regional partnerships it formed, and by developing trade relations with certain countries it was yet to interact with since the Cold War. On this, the establishment of the Shanghai Cooperation Organization (SCO), and its incorporation of economies such as India and Pakistan also played a role. In that sense, the organization could be regarded as an alternative to EU for Turkey from time to time. Especially, when the ever-ending negotiations with the European Union are considered, it seems necessary for Turkey to seek a policy of balancing by looking for alternatives.

There are numerous reasons for China’s growth, as it is currently the second largest economy in the world. The country’s high export share in economy, the ease of making rapid investments in Asian markets, and the fact that it ranks first among its Asian neighbors in by-product exports rendering it the center of attraction for the regional economy, all play roles in this success. China has also managed to come out unscathed from a number of global economic crises, by implementing outward-oriented economic policies. After becoming a member of the World Trade Organization in 2001, the country proved itself successful at adapting to international trade policies as well. When economic data of the recent years are examined, China stands out from the rest as the country with the highest credit growth rate and the greatest credit stock.

The recent convergence between Turkey and China is largely forming as a win-win policy for both countries. This has two bases. Firstly, instead of depending on the United States and EU, Turkey has started to look for alternatives, and as a result, it is evaluating the Shanghai Cooperation Organization (SCO) for future partnerships. The SCO comprises some of the most prominent actors in the world, such as Russia, China, and India. Turkey’s potential membership resonates favorably within the organization, and the country was also elected to chair the SCO Energy Club in 2017, despite solely being a dialogue partner. This marks the first time for a non-SCO country to do so.

On the other hand, regarded as China’s “Marshall Plan”, the modern Silk Road project dubbed “One Belt, One Road Initiative” regards Turkey to be highly significant in its development. Considering all these, it is clear Turkey’s position in Chinese foreign policy is secured, and its importance is consistently increasing. Moreover, the economic opportunities and infrastructure projects the new Silk Road is anticipated to bring are greatly substantial for Turkey, as the country plays a pivotal role in the trans-continental integration of the BRI.

As of late, there are a number of advances made to create an alternative to the dollar’s dominance in the markets. While many economists comment on the issue, President Recep Tayyip Erdoğan has also made a statement, saying “The dollar’s dominance must be ended”, as well. The existence of such discussions over dollar dominance is not a new phenomenon by any means. Turkey has previously emphasized its desire to use the local currency in its trade with the likes of Russia, Iran, and China. This way, the country intends to close its trade gaps. Especially in its Chinese trade, taking such a step forward would prove highly beneficial for Turkey, as the country’s trade deficit is at its highest with China.

Affected by all these factors, President Erdoğan’s call for usage of local currencies in trade, as he had first mentioned in 2016, came into full force as the Central Bank of the Republic of Turkey (CBRT) made its first currency swap transaction with the People’s Bank of China. Thus, an increase in Chinese investments can be predicted to follow.

China has become one of the most active players in the global trade, bringing its products to almost every corner in the world. The relatively inexpensive Chinese goods have increased the buying power of the poor. So much so that, many economists believe it helped halt inflation in numerous economies. Naturally, the rising volume of inexpensive goods in the global markets has also increased competition. Even though it looks like the growth figures are pretty much fixed at a rate of 7-8 for China at this point, it is predicted to become the world’s largest economy in the near future. Thus, it proves crucial for Turkey to advance its economic relations with China, and follow policies to bring balance to its trade with the latter without succumbing to become dependent on it.

Therefore, establishing constructive relations is not only beneficial for both Turkey and China, but also it helps bring balance to politics and prevent a unipolar world from forming. Considering the aggressive foreign policy the U.S. follows, and the trade war it has waged, promoting better bilateral relations with each other seem favorable for both Turkey and China. Thus, developing policies to form lasting relations with China should be an important target for the political will in Turkey, as it would benefit the country both politically and economically.

Exit mobile version